14 Ağustos 2011 Pazar


http://www.yenimimar.com/index.php?action=displayArticle&ID=1280Kenti haritalardan okumak

Haritalar hepmizin coğrafya derslerinden bildiği bir görsel malzeme. Genelde de "ana metni süsleyen resim" olarak algılamaya yatkın olduğumuz bir grafik anlatım şekli. Prof. Murat Güvenç, 1990'dan beri kentin sosyal topografyasını haritalarda okunur hale getirmekle uğraşıyor. Daha çok İstanbul Atlası çalışması ile bilinen Güvenç'le doğru haritayı üretme savaşımı ve haritaların mimarlık ile planlama çalışmalarına katkısı üzerine konuştuk.


Amber Niksarlıoğlu: Haritalar üzerine çalışmaya ne zaman başladınız?

Murat Güvenç: Kısa ve kişisel bir yaşam öyküsü anlatmak isterim. 1990'lar Coğrafi Bilgi Sistemi (CBS, ing. GIS) adlı bilgisayar programının ilk yaygınlaşmaya başladığı yıllardı. İlk kullanılmaya başladığında yavaş yavaş ODTÜ'ye de gelmişti fakat o sırada Türkiye'de bu tür programlarda kullanılabilecek çözünürlük düzeyinde veri yoktu. Mahallelere ait veri de Türkiye'de 1990'dan önce toplanmıyordu. İstanbul'un eğitim profiliyle ilgili veriyi elde edebiliyorduk, ama bunun mahalleler itibariyle dağılımını görüp de kent içi farklılaşmaya ilişkin bilgiyi elde edemiyorduk.1990 nüfus sayımında ilk kez, Türkiye tarihinde küçük bir devrim yaşandı. Devlet İstatistik Enstitüsü (DİE), 1990 sayımının %5 düzeyinde sayım örneklemini yayınladı. O zaman veri de oldu elimizde, haritalama sistemi de.

Oğuz Işık'la beraber ODTÜ'de çalışırken problem bizim açımınızdan çok basite indirgenmiş durumdaydı. Bilgileri alacağız, bilgisayara koyacağız, düğmeye basacağız ve çok güzel haritalar üreteceğiz. Yani, daha önceden yapamadığımız şehir haritalarını üretebilmiş olacağız. İlk denemelerimiz tam bir felaketle sonuçlandı diyebilirim. Sistem mükemmel çalıştı. Haritaları elde ettik fakat üretilen haritalar hiçbir anlam ifade etmiyordu.

İşlenmemiş oluğundan, program kendi düz mantığına göre bir şeyler oluşturuyordu herhalde…

Probleme o kadar düşüncesizce ve otomatik yaklaşıyorduk ki, düğmeye basınca harita olacak gibi geliyordu. Halbuki haritanın okunaklılığı, anlamlılığı ve geçerliliği kullandığınız kategorileri ayırt edebilme yeteneği ile ilişkilidir. Yani haritalama problemi bir temsil problemidir. Temsil problemi de bir kategorizasyon problemidir. Kategorileştirme sosyal bilimlerdeki kavramlaştırmaya benzer: Kategoriler haritaların kavramlarıdır. Kategoriler ne kadar doğruysa, kuramınız o kadar geçerlidir. Kısaca, haritanın anlamlılığı, kullanılan kategorilerin geçerliliğine bağlıdır diyebilirim. Demek ki ben 1990'lı yıllarda henüz anlamlı harita kategorileri üretme konusunda yetersizdim ve bunun ne kadar karmaşık bir problem olduğunu göremiyordum.

Bahsettiğiniz tarzda verilerle birkaç değişkeni birden içeren haritalar üretmekten mi bahsediyorsunuz?

Hayır, daha o zaman birkaç değişkeni de bir yana koymuştuk. Bir tane değişken vardı. Bu değişkenle bile ürettiğimiz harita okunaklı olmuyordu. Elimizde iyi bir makine var, bir tane de değişken var. O değişkenle bir harita üretiyoruz, ürettiğimiz haritada da mesela Taksim ile Bayrampaşa aynı renge boyanıyor; ayırt edici olamıyor. Bizim harita kentte herkesin birbirinden çok farklı olduğunu bildiği yerleri aynı renkte gösteriyor; aynı renkte olduğunu zannettiğimiz bazı yerleri de farklı farklı gösteriyor. Çok büyük âlim adamlar toplanmışlar, çocukların alay edeceği bir harita üretiyorlar. İlk önce problemin nereden çıktığını dahi anlayamadık. Ürettiğimiz haritaların anlamlı olmamasın hiç beklemediğimiz bir sorundu. Eskiden, şehir planlama bölümünde haritaları güzelce boyuyorduk ve anlamlı haritalar üretiyorduk, ama kendimiz boyuyorduk. Makine haritayı boyamaya başladığında ise kafasına göre boyuyor ve neden hata olduğunu da anlamıyoruz.

Sonunda, bunun bir kaç önemli sebebi olduğunu gördük. Niye bizim haritamız okunaklı olmuyor? Çünkü gözlem birimlerini oluşturan mahallelerin ölçek farklılaşması çok önemli. Küçük ve büyük mahalleler var. Küçük mahallelerde az insan, büyük mahallelerde çok insan var. Ama yüzde aldığınız zaman ikisi de aynı oluyor. Mesela içinde 10 hanenin yaşadığı ve 2 hanenin belli düzeyde olduğu bir mahalleyle, içinde 1000 hanenin yaşadığı 200 hane; yani 2/10 ile 200/1000 aynı orana geliyor. İkisini de aynı renge boyadığınız zaman, bu sefer oranı tutturduğunuz zaman yığılmaları tutturamıyorsunuz. Bir yerde 200 kişi, diğer yerde 2 kişi var. Birinci neden gözlem birimlerinin ölçek farklılaşması; ikincisi de kullandığımız değişkenlerin ayırt ediciliği. Mesela ücretliler; ücretli kategorisi telaffuz edildiği zaman, gözümüzde bir insan modeli canlanır. O insan modeli, patron/işveren değildir, ama biraz irdelersek ücretli dediğimiz kategorinin içine cumhurbaşkanı da girer, kapıcı da. Kendi hesabına çalışan kategorisi dediğimiz zaman, ayakkabı boyacısı da kendi hesabına çalışır, muayenehane sahibi bir profesör de. O zaman, ayakkabı boyacısıyla serbest meslek sahibini birbirinden ayırmak gerekiyor. Bu hem grafik iletişimle, hem de kategorilerin ayırt ediciliğiyle ilgili bir problemdir. Bu iki problem bizi üçüncü bir büyük probleme doğru götürüyor: ücretliler, işverenler şeklinde kaba kategorilerle çalışacağımıza; kapıcı, ayakkabı boyacısı, muayenehane sahibi doktor şeklinde ayırt ediciliği arttırdığımızda da çok fazla kategori oluyor. O zaman da harita okunmaz oluyor.

Öyle ki, bu çok karmaşık kentin, ekonomik bir resmini üretmek nasıl mümkün olabilir diye araştırma yapmaya başladım. Bunun nasıl çözüleceğine ilişkin teknikler maalesef bizim şehir planlama, grafik tasarım ve haritacılık bölümlerinde okutulmamaktadır. Bunun çok büyük bir yetersizlik olduğunu, stüdyolarda yapılan çalışmalarda ilk önce, hakkında konuştuğumuz kent parçasının iyi bir resmini çizerek, iyi bir temsilini yaparak başlamak gerektiğini düşünürdüm. Öğrencilere de bunu yaptırmaya çalışırdım ama kendi bilmediğim şeyi onlara nasıl öğreteceğim? Onun için kendimi tümüyle bu işe verdim. Sonunda da problemin, Türkiye'de hemen hiç tanınmayan Fransız kartograf Jacques Bertin tarafından 1967'de Fransa'da çözülmeye başlandığını buldum.

Şehir planlama eğitimim sırasında bir stüdyo çalışmasında Cihangir'i inceliyorduk. Haritalarda her ticari işlev için kırmızının ayrı bir tonunu kullanmamız istendi. Küçük bir alan olmasına rağmen çok farklı ticari işlev söz konusuydu. Kırmızının da en fazla kaç tonu olabilir ki? Paftaya işlediğimizde hiçbir şey okunmuyordu. Aslında boşa zaman kaybetmiş ve bir sonuca da varmamış olduk.

Kırmızının tonlarını değil, 128.000 renk de kullansanız yine yamalı bohça gibi bir harita olur. Önemli olan gözün ona: "Burada sarılar var, burada maviler var diyebilmesi". Bunu yapamadığınız zaman, çaba beyhudedir. Ben bu problemin çözümüyle uğraştım ve sonuçta iki-üç aşamada çözülebileceğini gösterdim.

Birinci adım şununla ilgili: Ham veriler veya bildiğimiz yüzdelerle çalışmak yerine, "Yön Belirtir Chi Kare" (YBCK) adlı, İngiltere'de geliştirilmiş bir endeks var. Bu endeksle çalışıldığı zaman, yığılmaların ekonomik temsilini bulmak mümkün oluyor. Bu da mekansal temsil açısından çok önemli. Mekan, her yerde her şeyin bulunabildiği, kaotik bir resim verir. Mesela Etiler'in eğitim düzeyi yüksek bir yer olduğunu biliriz ama bu, orada eğitim düzeyi düşük insanların var olmadığı anlamına gelmez veya eğitim düzeyi genellikle düşük bir yerde hasbelkader üç-beş kişi üniversite mezunu olabilir. Bu, o yerlerdeki coğrafi birimlerin ayırt edici özelliklerinin (caractères distinctifs) teşhisi problemidir. YBCK endeksi bunu sağlar. Bu yöntemle yaptığımız haritalar daha önce ürettiklerimize göre çok başarılı oldu. Örneğin Kurtköy İstanbul'un büyük mahallelerindendir. İçerisine 70 tane Fatih mahallesi sığdırabiliriz. Ama grafik olarak baktığımız zaman, örneğin Kurtköy'ü sarıya boyadığımızda haritamız sarı ağırlıklı olur ve oradaki küçüklüklerin hiçbir değeri olmaz. Halbuki nüfusun çoğunluğu orada yaşıyor. Değişkenlerin ayırt ediciliğiyle uğraştıktan sonra YBCK endeksi ile haritalarda sosyal farklılaşmayı mekansal anlamda ifade etmenin bir yolunu bulduğumuzu düşünüyorum.

Bu, başta güzel gözüken bir yöntem fakat o zaman da: "Bu mükemmel bir şey, artık bu problemi çözdük" diyorsunuz. Anlaşıldı ki bu problemi çözdük ama getirdiğimiz çözüm, bu nitelikteki tüm problemlerin çözümü değil. Ancak veri iyi huyluysa problemleri çözebiliyoruz. Eğer veri biraz kaprisliyse, modelimiz yine çalışmıyor.

Sonuç olarak 1990 sayımının verilerini kullandınız, değil mi?

Evet, İstanbul'da eğitim, meslek gibi tek değişken üzerinden haritalar yaptık: doktorların, ücretlilerin vs dağılımı şeklinde. Aynı yöntemle, bir yüksek lisans öğrencimle beraber, İstanbul'da 600 mahallede statü - konut mülkiyeti ikilisini haritalamıştık. Amacımız, ücretliler kategorisi içerisinde cumhurbaşkanıyla kapıcıyı birbirinden ayırt edebilmekti. Konut mülkiyeti değişkeni içerisinde dört alt kategori vardır: ikiden fazla konutu olanlar, sahip olduğu tek konutta oturanlar, mülksüzler, konut sahibi olup da kirada oturmayı yeğleyenler. Bunu statülerle ilişkilendirdiğimiz zaman 16'lı bir liste buluyorduk. Yani mahallelerde ücretliler, kendi hesabına çalışanlar ve diğerleri var. Bunlardan hangisi hangi kategoridendir? O zaman da İstanbul'da, Ankara'da, İzmir'de belli nitelikteki ücretlilerle belli nitelikteki işverenler ve belli nitelikteki kendi hesabına çalışanların beraber oturduklarını bulduk. Bu gruplar beraber kentin "şık" mahallelerini oluşturuyorlar. İkiden fazla konuta sahip olan ücretliler deyince üniversite profesörleri, valiler vs. Gecekonduda da bunların başka parçaları var. Böylece birçok grubu birlikte haritalamanın mümkün olabildiğini görmüş olduk. Bu sefer de "Birden fazla değişkeni kullanan sentez haritaları yapılabilir mi?" sorusu gündeme geldi. Ayırt edici değişkenlerden oluşan okunaklı bir harita elde etmek kaygısı ise bizi, haritacılıkta Jacques Bertin tarafından geliştirilen yöntemleri keşfetmemize itti. Şahsen, uzun bir araştırma sonunda keşfettim Bertin'i.

Jacques Bertin sizin de faydalandığınız "Grafik Semiyoloji" (Sémiologie Graphique) adlı eseri ilk kez 1967'de yayınlanmıştı. Daha sonra 1997'de "İnsanlığın Tarih Atlası" (l'Atlas Historique de l'Humanité) adlı yeni bir kitabı çıktı.

O da var elimde. Bertin'in nasıl biri olduğunu anlamak için o kitaba bakmak yeterli. İnsanın tahayyül edebileceği en büyük problem olarak 20. yüzyıla kadar insanlığın başından geçenleri atlas olarak yapmayı görüyor. İlk insandan homo sapiense kadar nasıl gelinmiş, dünyandaki sıcaklıklar nasıl olmuş, ilk insan nerelerde ortaya çıkmış ve nasıl dağılmış… Bunlar gösteriliyor. Bertin'i farklı kılan özellik, haritalarına görsel olarak söylenecek hiçbir şeyin olmamasıdır. Zaten, haritacılıkta iletişim paradigmasını kuran kişi de odur. Haritayı bir görsel iletişim (visual communication) aracı olarak kullanır. Beşten fazla lejant kategorisi yoktur. Her biri de okunaklı haritalardır. Bertin, "okunacak harita" (carte à lire) denilen haritanın yaratıcısıdır. Örneğin tarih atlasında, neolitikten başlayarak günümüze kadar gelinir. Herhalde bunu 20 sene gibi bir sürede hazırlamıştır diye tahmin ediyorum.

İlk kitabı 1967'de basılmıştı. Arada 1977'de bir yayın var. Tarih atlası da 1997 tarihli, demek ki dediğiniz gibi 10'ar, 20'şer senelik aralıklarla hazırlıyor kitaplarını.

Bunlar benim dünyada gördüğüm en mükemmel grafikler, metinler ve görsellerdir. Karşılaştırmanın kolay olması için tüm haritalar özenle aynı ölçekte tutulmuştur. Haritacılıkta bir başeserdir. Burada kolonyalizmin tarihi, Amerika'nın kuruluşu, 1. Dünya Savaşı'nda Avrupa, Osmanlı vs üst üste getirilir. O lejantları bulabilmek, bunu mekansal olarak ortaya koyabilmek… Grafik iletişim denildiği zaman, fizikte Einstein neyse, haritacılıkta ve grafik dilinde de Bertin öyle kült bir isimdir. Bugün 90 yaşlarında bir abide ve biz onu maalesef hiç tanımıyoruz.

Bertin, lineer anlatımla ifade edemeyeceğimiz birçok şeyi grafik anlatımla anlatabileceğimizi ve grafik anlatımda üç değişkenin önemli olduğunu söylüyor: lekelerin değişimi; planın iki boyutlu olması ve bu ikisine bağlı olarak da zaman. Lineer sistemlerin bize sadece bir işareti verdiğini, grafik gibi uzamsal (spatial) sistemlerin ise bu üç değişkenle iletişim kurduğundan etkin olduğunu savunuyor ve bu sayede aynı anda birçok veriye ulaşabileceğimizi belirtiyor.

Evet, çok doğru. Bertin, grafiğin sanıldığı gibi metinleri süsleyen bir şey olmadığını; bilgiyi temsil etmenin bir yolu olduğunu söylüyor. Örneğin tarih kitaplarında, baştan aşağıya metin devam eder, bütün resim ve haritalar ise arkaya atılmıştır. Bertin buna karşı çıkıyor. Grafiğin metnin içine girmesi ve bir iletişim aracı olarak kullanması gerektiğini savunuyor. Bunun olabilmesi için de iletişim sağlayabilen grafikler üretmek gerekir. Bertin bunu yapıyor. 1980'lerde bu tekniği bulduğu sırada Fransa'da ikinci bir devrim oluyor. Fransız matematikçiler; sosyolog Pierre Bourdieu'nun kullandığı bağlantı analizi (correspondence analysis) tekniğinin aslında Bertin'in yaptığı iş olduğunu buluyorlar. Veriyi Bertin'in işlem yaptığı yolla işleyerek kategorize etmekle, Bourdieu'nun kullandığı bağlantı analiziyle işlemek aynı sonucu veriyor. Ancak bu çok zahmetli ve usandırıcı bir yöntem. Yöntem bir tarafa atılıp, işler bilgisayar ortamında yapılmaya başlanıyor. Bilgisayara geçildiğinde kullanılan CBS sistemleri de artık çok daha sofistike ve akıllı programlar. Ancak CBS'nin en zayıf noktalarından biri iyi analiz haritaları üretmesine rağmen sentez haritası üretememesi. CBS, 3–4 katman (layer) üretir, bunları üste çakıştırır, aradaki kısımları çizer, sentez olarak sunar. Oysa sentez haritası tam olarak bu değil. Haritaları eşik analizinde olduğu gibi üst üste bindirdiğiniz (superposition) zaman çok iyi bir sonuç elde edemeyebilirsiniz. Halbuki sentez bir tür veri analiz yolu ile yapılır. Verilerin nasıl, hangi ortamda bir araya getirmesi gerektiğinin yöntemini bulur.

Zaten süperpoze etmek otomatik olarak yapılabilen bir işlemken, sentez daha sübjektif bir şey değil midir?

Sentez, hangi verinin hangi ağırlıkta o haritaya katılacağını belirlemektir. Sentez demek sınır çizmektir: Nereye kadarki bilgileri alacağız? İstanbul'daki sentez haritasında vilayeti alırsam başka, büyükşehiri alırsam başka sonuç çıkar. İkincisi hangi ayrıntıda çalışıp olayları nasıl bir araya getireceğimiz konusu. Bunları belirledikten sonra sentezi yapabilmek için bir yöntem gerekir. Bu iş de 10-15 tane değişkeni beraber haritalamayı gerektirir. O zaman da hangi değişkeni hangi değişkenle beraber bir bütün haline getireceğimize karar vermek gerekir. Bunu yapabilmek göründüğünden çok daha zahmetli bir iştir. Şehir planlama stüdyolarındaki hocalar, öğrencilere, sanki bunun bir yolu varmış da bunu keşfetmeleri gerekmiş gibi davranıyorlar. Halbuki bu hocaların bile tam bilmediği çok zor bir temsil problemidir. O temsil probleminin de bağlantı analizi denilen yöntemle çözümlendiğini anladım. O analiz ile işlendiği zaman, farklılıkların ekonomik temsilini mümkün kılan lejant kategorileri ortaya çıkıyor.

Çalışma yönteminizin evriminden bahsettik. Yaptığınız çalışmalara dönecek olursak; 1990'dan sonra İstanbul'a gelene kadar, ilk harita çalışmalarınıza hangi kent parçasıyla başladınız?

Daha çok İstanbul'un haritalarını yapmaya çalıştım çünkü İstanbul'u yapabilen her yeri yapar diye düşündüm. ODTÜ'den ayrılmadan önce, bu konuda epey ilerlemiştik. Bağlantı analizi ile harita lejantının nasıl çıkartılacağını bulduk. Sonra bu yöntemle harita üretmeye başladık. İlk yaptığımız harita Ankara üzerineydi. 2005 Eylül ayında ODTÜ'den ayrılıp İstanbul Bilgi Üniversitesi'ne geldim. Aynı yıl Harvard Üniversitesi'nde "Turkish Triangle" adlı üç Türk kentiyle (İstanbul, İzmir ve Ankara) ilgili konferansta yaptığımız sunuştan sonra bu yöntemi bulduk. Bu ilk çalışma örneklerimiz yakında Harvard Üniversitesi'nin konferans kitabında yayınlanacak.

Sonuçta, 1995'ten 2005'e kadarki on sene, kısmi başarılar ve büyük yenilgilerle geçti. Harvard'da sunulan bildiriden sonra ise problemin çözümünü çok büyük bir şekilde öğrenmiştik. O yaz, dört ay içerisinde İstanbul atlasını yaptık. Bugün artık toplumsal farklılaşmanın özlü ve okunaklı bir haritasını hiç problem değil.

İstanbul atlasını kaç kişilik bir ekiple hazırladınız?

Dört kişiydik. İki mimarlık tarihçisi, bir şehir plancısı, bir de bölge plancısı. 2005'te ben İstanbul'a geldikten sonra, ilk modelde çok küçük bir iyileştirme yaptık. Atlası yayınlamak için oldukça kapsamlı bir Avrupa Birliği (AB) projesine başvurduk. Kabul edilirse ilkbahardan itibaren İstanbul Bilgi Üniversitesi'nden küçük bir grupla, daha önce kullandığımız verileri kullanarak atlası yeni baştan yapacağız. Şu anda herhangi bir büyüklükteki alanı haritalayabilme kapasitesine sahibiz. Türkiye'de şimdiye kadar Mersin, Ankara ve İstanbul'un haritalarını yaptık. AB'ye sunulmuş bir projemiz daha var: Türkiye'yi 1100 ilçe üzerinden haritalamak.

Hazırladığınız haritalarda hangi konuları işlediniz?

Herhangi bir nüfus sayımında kullanılan bütün değişkenleri işledik: Hane halkı büyüklüğü, eğitim, meslek, iktisadi faaliyet kolu, konut mülkiyeti. Bunlar genellikle sayımda sorulan sorular. En zor olan da kökendir. İstanbul'da 700 mahalle, 110 tane de farklı doğum yeri var. Yugoslavya doğumluların beraber oturdukları gruplar içerisinde Edirneliler ve Tekirdağlılar görülüyor. Yani Trakyalılık, Balkanlık gibi ortak bir yön bulmaya başlıyoruz. Bunların büyük bir kısmının İstanbul'un sadece İstanbul yakasında, Yenibosna, Bayrampaşa gibi yerlerde oturduklarını, Anadolu yakasında ise hemen hemen hiç oturmadıklarını biliyoruz. O zaman haritalar şehrin etnik profilleri hakkında da fikir veriyor.

Bir yazınızda haritaların değerlendirilmesinde okuyucunun aktif katılımından bahsediyorsunuz.



Bertin'in haritaları bir görsel iletişim aracı olarak kullanıldığını söylemiştim. Bertin haritayı sizin onu nasıl algılayacağınızı düşünerek yapıyor. Örneğin haritalarda dağlar kahverengi, denizler de mavi gözükür. Bunun nedeni dağların kahverengi, denizin mavi olması değildir. Kahverengi ile mavinin dalga boyları aynı olmadığı için, bu renkleri üst üste koyduğunuz zaman kahverenginin mavinin yanında rölyefli gibi duruyor olmasıdır. O renkler iki boyutta üç boyutluluk izlenimini vermek için seçilmiştir. Dalga boyu ve okunaklılıkla ilgili bir durumdur. Bu yüzden haritanın bakılacak ve atılacak bir şey olmadığını bilen birisi o haritaya bakıp bir karşılaştırma yapacaktır. Okuyucu haritaya bakarken aktif katılım sağlanacak, görsel olarak haritayla etkileşime girecek. "Buraları bu renge boyanmış, burası böyleyse öbür tarafı da böyle olacak" şeklinde zihinsel bir süreç tetiklenecek. O zaman da haritayla kurulan görsel ilişki, ilan panosuna bakmaktan farklı bir şey haline geliyor. Kaldı ki ilan panosuna bakmakta bile panoyu hazırlayanlar vurgulamak ve tetiklemek istedikleri zihinsel süreçleri düşünerek görüntüye nereden bakmamız gerektiği konusunda bizimle oynuyorlar. Okuyucuyla resim arasındaki ilişki tetikleniyor. Kesinlikle nötr bir şey değil. Onun için renk seçimleri, skalaların belirlenmesi, neyin hangi renge boyanacağı çok önemli.

Son olarak hazırladığınız haritaların mimarlık çalışmalarına getirdiği açılımlar konusunda ne söyleyebilirsiniz?

Mimarlığın hem fiziksel, hem toplumsal topografya üzerinde yapılan bir sanat olduğunu düşünüyorum. Bütün bu çalışmalar yerin, toplumsal topografya içindeki konumunu, o parselin kentin neresinde olduğunu, oranın sosyal açıdan tam nerede olduğu konusunda işaretler içeriyor. İşlev, fiziksel özellikler, sosyal yapı içerisindeki konum birbiriyle çok ilişkili boyutlar. Batı Trakyalıların çoğunlukla nerede olduklarını bulmak, oraya hakim duyarlılıkların Balkanlara özgü duyarlılıklar olduğu konusunda işaretler veriyor. Bu, Balkanlara özgü duyarlılıkların hakim duyarlık olduğu bir yerde bina yapacağım demektir. Aynı zamanda bu tür çözümlemeler bize, klişe olarak bildiğimiz pek çok kulaktan dolma bilginin ardındaki farklılıkları gösteriyor. Örneğin İstanbul'a doğudan gelmiş olan insanların kentin gündelik hayatını tehdit eden bir yaşam tarzının olduğu söylenir. Halbuki gösterilebilir ki İstanbul'da denize kıyısı olup da bu grupların hakimiyetinde olan bir tane mahalle yoktur. Tarihi Yarımada çok özel bir durum. Orası dışında denizin sahil kesimleri genellikle Türkiye'nin batısından gelmiş, iyi eğitim görmüş, hali vakti yerinde, tuzu kuru insanların elindedir. O insanlar genellikle gündelik yaşamlarında doğudan gelenlerin nasıl koşullarda yaşadıklarına ve onların gündelik hayatlarına değinmezler bile. Basında genellikle doğudan gelenlerin İstanbul'daki yaşam tarzını tehdit ettikleri yönünde bir kanı var. Onlar bir çeşit günah keçisi ve olayın sorumlusu olarak gösteriliyorlar.

Yaptığım işin mimarlık mesleğine katkısı; kent mekanının toplumsal farklılaşma düzleminde nerede durduğunu belirtmek ve geleceğinin ne olabileceği konusunda bazı ipuçları sağlamak. Bunun dışında mimarlıkla doğrudan bir ilişkisi yok. Yalnızca kent mekanlarındaki farklılaşmanın temsili problemi üzerine uğraşıyorum ve bunun ardında bir insanı meşgul edecek kadar malzeme olduğunu düşünüyorum. Mimarlarla birlikteliğime gelince, anlattıklarımdan bir tasarım ortaya çıkmadı ama örneğin Emre Arolat'la bir iki projede beraber çalıştık. Zorlu Center Mimarlık ve Kentsel Tasarım Yarışması'ndaki sunuş için 54 dakikalık bir film hazırlandı. Bu mimari proje filminin 10-15 dakikasında da ben konuştum. Yani pozisyonum bunun gibi mimari bürolarda kent hakkında bilgi vermek. İkinci bir nokta, mimarlık problematiğinin ölçeklerinin çok büyüyor olması. Artık mimarlık, bildiğimiz parsel ölçeğinde yapılan bir sanat olmaktan çıkıyor. Zaha Hadid Kartal'da kentsel ölçekte projeler yapıyor. Mimarlık bugün belki ölçeklerin çok çok büyüdüğü ikinci bir barok yaşıyor diyebilirim.

http://www.mardinlife.com/Mardinin-Cografi-Bilgi-Sistemi-Olusturulacak-haberyaz-55

Mardin'in Coğrafi Bilgi Sistemi Oluşturulacak
21 Şubat 2011 Pazartesi Saat 10:28
Mardin Valiliği tarafından Mardin’de kurulması planlanan Coğrafi Bilgi Sistemi (CBS) bilgilendirme toplantısı düzenlendi.


Valilik Nişli Toplantı Salonunda düzenlenen toplantıya Mardin Valisi Hasan Duruer, Vali Yardımcısı Şenol Koca, İl Özel idaresi Genel Sekreteri Halil Homan, Mardin Belediye Başkanı Beşir Ayanoğlu ve kurum amirleri katıldı.


Toplantıda Bimtaş Coğrafi Bilgi ve Uzaktan Algılama Şefi Selahattin Taşpınar ile CBS asistanı İbrahim Şimşek, Coğrafi Bilgi Sistemi hakkında bilgi verdi.
Bimtaş Coğrafi Bilgi Sistemleri Asistanı İbrahim Şimşek, genel manada CBS’nin, analiz yapma imkânı sunan ve bu analiz sonuçlarına göre doğru kararlar vermeyi kolaylaştıran bir sistem olduğunu söyledi. Sistemi ilk defa Kocaeli’nde yapıldığını ve şu anda uygulandığını kaydeden Şimşek " Bu sistem önceleri Amerika’da CİA tarafınsan yurt içi ve yurt dışı bilgileri toplayıp bunları yönetme ve ulaşabilme amacı ile kurulan bir sistemdi. Daha sonra özel sektör bunu halkın kullanabileceği bir seviyeye taşıdı. Coğrafi Bilgi Sistemlerinde 2 tür veri vardır. Bunlardan birincisi sözel verilerdir. Diğeri mekânsal bilgilerdir. Bu sistemin temel amacı en az maliyetli en doğru şekilde halka ulaşılmasını sağlamaktır. Coğrafi Bilgi Sistemi, coğrafya, haritacılık ve bilgisayar bilimleri ile ilgili bir teknoloji olup Coğrafi Veri Altyapısı bileşenlerinden Bilgi Teknolojileri kapsamında yer alır. CBS, genel bir kavram olup; çeşitli kullanım alanlarına ve tematik konulara yönelik olarak geliştirilen uygulamaları vardır. Bu uygulamaları, Kent Bilgi Sistemi, Orman Bilgi Sistemi, Karayolları Bilgi Sistemi, Arazi Bilgi Sistemi, Tapu ve Kadastro Bilgi Sistemi, Lojistik Bilgi Sistemi, İç Güvenlik Bilgi Sistemi, Araç İzleme Bilgi Sistemi, Trafik Bilgi Sistemi Turizm Bilgi Sistemi ve Harita Bilgi Sistemi, ve benzeri şekilde adlandırılırlar" dedi.


Tarihi Şehrin Coğrafi Bilgi Sistemi OluşturulacakMardin Valisi Hasan Duruer ise Sit alanı içinde bulunan tarihi şehrin Coğrafi Bilgi Sistemini oluşturacaklarını söyledi.
Konuyla ilgili çok ciddi bir çalışmanın yapılması gerektiğini kaydeden Vali Duruer "Biz Bimtaş’la birlikte yaklaşık iki yıldır bir çalıma başlattık. Çalışmaya başlamamızın en önemli sebeplerinden bir tanesi tarihi şehrin hafızasının olmaması. Çok ciddi bir çalışma yapılması gerekiyordu. Önce bir birim oluşturduk ve verileri toplamaya başladık. Bildiğim kadarı ile yıllardan beri bazı şehirler coğrafi bilgi sistemine geçtiler. Başta İstanbul olmak üzere bu illerde çok önemli veri tabanları oluştu. Alt yapısından tutun binalarda kimlerin yaşadığına kadar. Bilgisayar bu işi çok kolaylaştırdı. Biz buradaki bütün verileri toplayacağız. Bütün sistemler birbirine entegre olacak. Bütün veriler bir tabanda topladığımızı zaman yapabileceğimiz hizmetler daha kaliteli olur. Öncelikle tarihi şehrin coğrafi bilgi sitemini oluşturuyoruz. Bu bilgileri de diğer kurumlar ile paylaşacağız. Önce bilgileri sağlıklı bir şekilde sisteme gireceğiz. Sonra tarihi şehir ile ilgili görmek istediğiniz her bilgi göreceksiniz" dedi.


Lazer Taraması Ve Rolöve Çalışmaları da 2012 De BitecekVali Duruer ayrıca tarihi kentin lazerli taramasını ve Rolövesini çıkardıklarını 2012 yılının sonuna kadar bu çalışmaların biteceğini söyledi. Vali Duruer konuşmasını şöyle tamamladı " Tarihi şehir ile ilgi diğer çalışmamızda lazerli tarama yapıyoruz ve Şehrin rolövesini çıkarıyoruz. Bugüne kadar yüzde 40’tan fazla lazer taraması ve yüzde 30’unda Rolövesi çıkartıldı. Allah korusun şehir yıkılacak olsa bu çalışma ile şehri yeniden olduğu gibi kurma şansınsa sahip olursunuz. 2012’nin sonuna kadar lazer taraması ve Rolöve bitecek. Kolay bir çalışma değil. Bu şehri Unesco'ya taşımak gerekiyorsa şehrin alt yapısının, Rolövesinin ve İmar planın bitmesi gerekiyor. Hedefimiz Mardin’i Unesco'nun Tarihi Miras Listesine taşıyabilmektir. Önümüzde ki aydan itibaren de Toki tarafından 1440 konutun yapımı başlayacak. Birinci cadde üzerindeki ne kadar beton bina varsa onların tamamı kaldırılacak. Yapılacak konutlarda binaları yıkılan vatandaşlara yer verilecek. Daha sonra alt yapı çalışması ile birlikte yeni yol ve birinci caddeye doğal gazı getirme şansınsa sahip olacağız.”
Konuşmaların ardından Bimtaş yetkilileri toplantıya katılanların CBS hakkındaki sorularını cevapladı.

https://tspace.library.utoronto.ca/citd/holtorf/6.9.html


Monument values
In a famous study about the 'cult of monuments', first published in 1903, Alois Riegl distinguished between two kinds of monuments: intentional and unintentional, and then between four principle values of monuments which curiously resemble those suggested by William Lipe in another context (Riegl 1982; Lipe 1984; see also Darvill 1994).

An intentional monument is

"a human creation, erected for the specific purpose of keeping single human deeds or events (or a combination thereof) alive in the minds of future generations" (Riegl 1982: 21).
Intentional monuments are concerned with commemoration, or prospective memory. In every present, they "recall a specific moment or complex of moments from the past", and thus make "a claim to immortality, to an eternal present and an unceasing state of becoming" (Riegl 1982: 24, 38). Riegl believed that all of antiquity and the Middle Ages knew only intentional monuments (Riegl 1982: 26).

According to Riegl (1982: 23), unintentional monuments, which are much more numerous, are remains whose meaning is determined not by their makers, but by our modern perceptions of these monuments, i.e. by retrospective cultural memory. Riegl added that deliberate monuments can also become 'unintentional', when they were built for the benefit of contemporaries or immediate progeny only but survive much longer.

In my view, all monuments can be seen as unintentional in the sense that even if they were built with specific prospective memories in mind, their meanings can ultimately never be determined by their makers but is negotiated within the history culture and cultural memory of each present. All these meanings together give ancient monuments what Mats Burström called their 'cultural value' (1993; see also Burström et al. 1996). Contrary to what Riegl believed, there is abundant evidence for various receptions of (unintentional) ancient monuments long before the modern age, e.g. in later prehistory, in ancient Mesopotamia, in the New Kingdom of Egypt, in Archaic and Classical Greece as well as in historic periods.

According to Riegl, unintentional monuments can have three main values: (art-)historical value, age-value, and use-value (Riegl 1982). Another value, art-value, is restricted to intentional works of art.

Historical value
Riegl argues that the (art-)historical value first developed during the Renaissance in 15th–century Italy and coincided with the first measures for the preservation of monuments (1982: 26). Initially, a distinction was drawn between the art-value and the historical value. But in the 19th century it became clear that as every work of art was also a historical monument, so every historical monument constituted at the same time an art monument (Riegl 1982: 22, 28). Historians and archaeologists believe that they can bridge the gap between past and present through thorough study, and they want to preserve ancient monuments, with the help of legislation, first and foremost as historical sources:

"The historical value of a monument arises from the particular, individual stage it represents in the development of human activity in a certain field... The more faithfully a monument's original state is preserved, the greater its historical value: disfiguration and decay detract from it... It is the task of the historian to make up, with all available means, for the damage nature has wrought in monuments over time... The objective of historical value is ... to maintain as genuine as possible a document for future art-historical research." (Riegl 1982: 34; see also Piper 1948: 95-6)
Riegl's historical value is identical with what William Lipe called 'informational value' (1984: 6-7). The antiquarian Friedrich Lisch (1837: 133), too, made reference to the historical value of megaliths when he wrote:

"Die letzte und einzige Hoffnung, Licht in die Dunkelheit zu bringen, ruhet in den Gräbern, welche bekanntlich aus der Vorzeit als dauernde ... Denkmäler noch herüberragen und in ihrem Schooße das bergen, was wir suchen: Erkenntnis des Seins und des Lebens der Vorfahren."
"The last and single hope for bringing light into the darkness rests in the graves which, as we all know, are left from prehistoric times as enduring ... monuments and hold within them what we are looking for: a knowledge about the being and life of the ancestors." (my translation)

The study of ancient monuments and artefacts as a source of information about the past may go back a long time further than Riegl imagined, and was perhaps an element of history culture already in later prehistory.

Age-value
Antiquity and pastness as such can be valued aesthetic attributes (Shils 1981: 68-70; Lowenthal 1985: 52-7). According to Riegl (1982: 29-31), such age-value is a phenomenon of the 20h century alone, even though it builds on historical value in general and on a tradition that can be traced back to the 17th century in particular. Age-value depends on the knowledge of age, which rests partly on the perception of traces of 'pleasing decay' and aging (Piper 1948; Lowenthal 1985: chapter 4). Age-value contributes to the aura and authenticity of an object, and creates a context for nostalgia:

"It is probably fair to say that ruins appear more picturesque the more advanced their state of decay: as decay progresses, age-value becomes less extensive, that is to say, evoked less and less by fewer and fewer remains, but is therefore all the more intensive in its impact on the beholder... From the standpoint of age-value, one need not worry about the eternal preservation of monuments... Age-value manifests itself immediately through visual perception and appeals directly to our emotions." (Riegl 1982: 32-3)
William Lipe called a very similar category 'associative/symbolic value' (1984: 4-6). The emerging contradiction between age-value, which supports the decay of monuments, and historical value, which supports their preservation, is avoided by Riegl in a lengthy (and ultimately unconvincing) argument about the interrelations and dependence of both values upon each other (Riegl 1982: 34-8).

Unlike Riegl, I assume that, in principle, age appealed to some people in other periods, too. Hence I would use the concept of age-value also in respect to the later prehistoric roles of ancient monument such as megaliths in Mecklenburg-Vorpommern.

While both historical and age value are considered "commemorative values or values of the past", Riegl contrasts these with the two "present-day values" of use-value and art-value (1982: 31).

Use-value
Use-value refers to the benefits to people actually using monuments for utilitarian purposes. This includes what William Lipe called 'economic value' (1984: 7–9).

"use-value is indifferent to the treatment of a monument so long as the monument's existence is not affected and no concessions whatsoever are made to age-value... On the other hand, use-value may also require the destruction of a monument; for instance, if decay endangers human life" (Riegl 1982: 39).
There is no doubt that such use-value of ancient monuments has also been appreciated by later prehistoric and historic populations, which is reflected in the evidence for their re-uses.

Art-value
According to Riegl (1982: 42–50) every monument possesses art-value insofar as it responds to the modern Kunstwollen (artistic ambitions). This is the case when it (1) expresses 'newness-value' and reveals no decay, or when it (2) expresses 'relative art-value' either corresponding to, or contradicting contemporary Kunstwollen. As the term Kunstwollen already implies, monuments with art-value are never unintentional. William Lipe called this value 'aesthetic value' (1984: 7).

Megaliths and other ancient monuments have recently attracted much interest by artists in Mecklenburg-Vorpommern, much as elsewhere (see e.g. Lippard 1983), and seem to be increasingly appreciated for a positive art-value. At the same time, the megalithic idea also attracts new art being created using similar means of expression. Who knows, perhaps megaliths played a similar role already in later prehistory and were appreciated then, too, for their art-value; they may even have inspired 'artists' of later periods to build similar structures.



--------------------------------------------------------------------------------

Literature


Burström, Mats (1993) Mångtydiga Fornlämningar. En studie av innebörder som tillskrivits fasta fornlämningar i Österrekarne härad, Södermanland. Stockholm Archaeological Reports 27.

Burström, Mats, Björn Winberg and Torun Zachrisson (1996) Fornlämningar och folkminnen. Stockholm: Riksantikvarieämbetet.

Darvill, Timothy (1994) Value Systems and the Archaeological Resource. International Journal of Heritage Studies 1(1), 52-64.

Lipe, William D (1984) Value and meaning in cultural resources. In: H.Cleere (ed) Approaches to the Archaeological Heritage, pp. 1-11. Cambridge: Cambridge University Press.

Lippard, Lucy (1983) Overlay. Contemporary Art and the Art of Prehistory. New York: New Press.

Lisch, G.C.Friedrich (1837) Andeutungen über die altgermanischen und slavischen Grabalterthümer Meklenburgs und die norddeutschen Grabalterthümer aus der vorchristlichen Zeit überhaupt. Jahresbericht des Vereins für mecklenburgische Geschichte und Alterthumskunde 2, 132-48.

Lowenthal, David (1985) The Past is a Foreign Country. Cambridge: Cambridge University Press.

Piper, John (1948) Pleasing Decay. In: J. Piper, Buildings and Prospects, pp. 89-116. Westminster: The Architectural Press.

Riegl, Alois (1982) The Modern Cult of Monuments: Its Character and Its Origin [1903]. Oppositions 25 (Fall 1982), 21-51.

Shils, Edward (1981) Tradition. London: Faber and Faber.

http://www.arthistory.upenn.edu/spr03/106/106lecture10.html

ARTH 106

Architect in History Professor: Haselberger


Week 10

--------------------------------------------------------------------------------


1. Turkey, Ottoman Empire, 1:16 million.
2. Yesil Cami (Green Mosque), exterior south side, 15th century, Bursa.
3. Yesil Cami, plan including surroundings, 1424, Bursa.
4. Yesil Cami (Green Mosque- Mosque of Mehmet I), interior, view to qibla wall, 1424, Bursa.
5. Hagia Sophia, Ground plan after Antoniades: Individual Sections, Istanbul.
6. Sinan, Mimar, Sehzade Camii, ext: west elevation, Istanbul.
7. Sinan, Mimar, Mosque of Sehzade Mehmet, interior: pendentive transition to dome, 1548.
8. Sinan, Mimar, Suleymaniye Mosque Complex, exterior, distant view, Istanbul.
9. Suleymaniye Mosque Complex, plan w/mosque, turbe, madrassa, darussif, etc., Istanbul.
10. Sinan, Mimar, Suleymaniye Cami Complex, longitudinal section, 1550-1557, Istanbul.
11. Sinan, Mimar, Suleymaniye Cami Complex, ext: general view of the north east side, Istanbul. (Copyright Protected. Duplication Forbidden)
12. Sinan, Mimar, Suleymaniye Mosque Complex. Mosque, courtyard: arcade and entrance to mosque, Istanbul.
13. Sinan, Mimar, Suleymaniye Mosque Complex. Mosque, int: south end, distant view, Istanbul.
14. Sinan, Mimar, Suleymaniye Cami Complex. Mosque, interior: dome from angle, 1550-1557, Istanbul. (Copyright Protected. Duplication Forbidden)
15. Sinan, Mimar, Suleymaniye Cami Complex. Mosque, tilework: Qibla wall tiles, 1550-1557, Istanbul.
16. Sinan, Mimar, Selimiye Mosque, exterior view from west, 1567-1574, Edirne.
17. Sinan, Mimar, Selimiye Mosque, sectional isometric, Edirne.
18. Sinan, Mimar, Selimiye Mosque, plan, Edirne.
19. Sinan, Mimar, Selimiye Mosque, plan ground floor, 1567-1574, Edirne.
20. Sinan, Mimar, Selimiye Mosque, plan squinch level, 1567-1574, Erdirne.
21. Sinan, Mimar, Selimiye Mosque, plan, roof, 1567-1574, Edirne.
22. Sinan, Mimar, Selimiye Mosque, entrance to mosque, 1567-1574, Edirne.
23. Sinan, Mimar, Selimiye Mosque, view from northwest, 1567-1574, Edirne.
24. Sinan, Mimar, Selimiye Mosque, interior: view towards south west, 1567-1574, Edirne.
25. Mughal, Taj Mahal, view from entrance gate platform, 1632-1648, India, Agra.
26. Mughal, Baburnama, Baburnama, f.276: Babur Supervising the Laying Out of the Garden of Fidelity. By Bishnidas, portraits by Nanha.
27. Dome of the Rock, ext, full view, Jerusalem.
28. Timurid, Gur-i Amir, Exterior view of tomb chamber from courtyard, 1404, Uzbekistan, Samarkand.
29. Mughal, Tomb of Humayun, exterior: general view from distance, 1562-1572, India, Delhi.
30. Mausoleum of Itimudud Daulah, close up to tomb, Agra.
31. 13th century, Qutb. Quwwat al-Islam Mosque. Iltumish's Tomb, interior detail of doorway. (Copyright Protected. Duplication Forbidden)
32. Taj Mahal, cupola of mausoleum, close view, 1632-1648, India, Agra.
33. Taj Mahal, Plan & Section, Agra.
34. Taj Mahal, exterior, general view, Agra.
35. Temple of Apollo, ext: aerial view of ruins, Didyma.
36. Temple of Apollo, ext: view from east, Didyma.
37. Temple of Apollo, restoration, east end, Didyma.
38. Temple of Apollo, ext: view of columns - Haselberger on column, 1985.
39. Temple of Apollo, aerial view, begun c334 BC, Didyma.
40. Temple of Apollo, view of north side showing curvature, begun c.334 BC, Didyma.
41. Temple of Apollo, diagram of curvature of naiskos, Didyma.
42. Temple of Apollo, ext: adyton, general view from south west, Didyma.
43. Temple of Apollo, column w/working dwng of entasis construction in red, Didyma.
44. Temple of Apollo, redrawing inscribed lines on adytum base column profile w/photo actual base, Didyma.


renata holod, süper hatun...

http://www.sas.upenn.edu/mec/faculty/holod

facedeki favorileri:
Kelsey Museum of Archaeology, YourBerlinStay, Ukrainian Museum, Institute of Contemporary Art, Philadelphia, Lviv, L'ile des reves, Freunde des Museums für Islamische Kunst im Pergamonmusem, e.V., VCUQatar Lecture Series | Arts and Architecture of the Islamic World, The Gallery | Virginia Commonwealth University in Qatar, Iran Heritage Foundation, Asia Society, Osman Hamdi Bey, Oksana Zabuzhko (Оксана Забужко), Oleksandr Dovzhenko, Naguib Mahfouz, Include the Holodomor as a permanent exhibit at the Canadian Museum of Human Rights!, Приятелі - USA/USA Program - Friends, Pour la création d'un centre d'études et de recherches Amazigh, APS Museum, Medieval Iberia, Звільніть Український Католицький Університет від податку на землю!, МІЖНАРОДНА АСОЦІАЦІЯ УКРАЇНСЬКИХ УЧЕНИХ, Academic Earth, TCG: Architecture, Conservation & Heritage Management / Alaa el-Habashi, Recognition of Holodomor as Genocide, Fasti Online, Victoria and Albert Museum, Charles Santore, The Department of Germanic Languages and Literatures at Penn, CCA Foundation, KORYDOR, People Rock, İSTANBUL KÜLTÜR SANAT, The British Library, Philadelphia Museum of Art, Resim, Taras Shevchenko, Dumbarton Oaks Museum, International Society for Iranian Studies, Kabul Museum, Society of Architectural Historians, The Bohdan and Varvara Khanenko Museum of Arts, Часопис КРИТИКА - Journal KRYTYKA, Hryhoriy Skovoroda, Mykhailo Hrushevskyi, Hassan Fathy, Lesya Ukrainka, Sergei Parajanov, Vplyv.com - Вплив.ком

Türkiye'de mimarlık

http://tr.wikipedia.org/wiki/T%C3%BCrkiye%27de_mimarl%C4%B1k#Kayda_de.C4.9Fer_mimari_uygulamalar

Dünya Miras Varlığı'nı Dünya Adına Koruma Problematiği

http://www.yenimimar.com/index.php?action=displayArticle&ID=749
http://www.yenimimar.com/index.php?action=displayQuestion&ID=69
linke bişey olursa diye nolur nolmaz....

İstanbul UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'nden çıkarılırsa ne olur?

Barış Altan“ Önce süreci bir hatırlayalım. 1985 yılında Dünya Miras Listesi'ne alınan İstanbul'un tarihi alanlarının (Sultanahmet'i içine alan Arkeolojik Park, Süleymaniye Camii ve çevresindeki mahalle, Zeyrek Kilise Camii ve çevresindeki mahalle ve İstanbul Surları) Tehdit Altındaki Dünya Miras Listesi'ne alınma ihtimali, 2000'li yılların başında ortaya çıktı. Sonrasında, 8-16 Temmuz 2006 tarihinde Vilnuis'ta Dünya Miras Komitesi'nin 30. dönem toplantısı sonucunda, koruma çalışmalarının bilimsel standartlarda yapılması yönünde adım atılması için iki yıllık bir süre verildi. Ayrıca, 1 Şubat 2007'ye kadar, gelişmelerle ilgili bir rapor verilmesi de yine bu toplantıda kabul edildi. 2007'nin son aylarında İstanbul Dünya Miras Alanı Yönetim Planı'nın hazırlanması için İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından İstanbul Tarihi Yarımada Alan Yönetimi Başkanlığı kuruldu. 8-13 Mayıs 2008 tarihlerinde İstanbul'a gelen Dünya Miras Merkezi heyeti, hazırladığı raporda, Sultanahmet, Süleymaniye, Zeyrek ve Teodosius Surları Koruma Amaçlı Uygulama İmar Planları'nın genel Dünya Miras Yönetim Planı çerçevesinde 1 Şubat 2009 tarihine kadar Dünya Miras Merkezi'ne sunulmasını istedi. Bilebildiğimiz kadarıyla alan yönetim planı halen hazırlanıyor, 2010 Ajansı da hazırlık sürecine dahil oldu.

Peki, İstanbul Tehdit Altındaki Dünya Miras Listesi'ne alınırsa ne olur? Bence çok bir şey olmayacağı gibi İstanbul Büyükşehir Belediyesi başta olmak üzere bazı kurumlar bu karara çok sevinebilirler. Zaten İBB'nin şu andaki icraatları, kararın bu yönde çıkması için var gücü ile çalıştığını gösteriyor. Dünya Miras Merkezi'nin özellikle dikkat çektiği konulardan biri olan Haliç Metro Köprüsü inşaatına başlandı.

UNESCO, Dünya Miras Listesi'nde bulunan alanlara maddi bir destek sağlamıyor, zaman zaman teknik uzmanlık desteği veriyor. Bu yüzden de bu işten İstanbul'un parasal bir kaybı olmaz. En çok söylenen, İstanbul'un ciddi bir itibar kaybına uğrayacağı… Dünya Miras Listesi'ne girdiği 1985 yılından beri İstanbul'un kültürel mirası ciddi erozyona uğradı. Surlar tiyatro dekoruna dönüştürüldü, Süleymaniye Camii çevresindeki mahalle neredeyse yok oldu, bu alan için "Osmanlı mahallesi" kurma planları ortaya çıktı, Zeyrek'te nitelikli ve restorasyonlar sonucu bozulmamış ahşap konut örneği iki elin parmakları kadar kaldı. Bütün bunlara rağmen İstanbul'a her geçen yıl daha çok turist gelmeye başladı, üstüne üstlük 2010 Avrupa Kültür Başkenti seçildi. Görünen o ki İstanbul itibarını kolay kolay yitirmiyor!

İstanbul'un Tehdit Altındaki Dünya Miras Listesi'ne alınmasını dramatize etmeyi anlamlı bulmuyorum. Gerek İstanbul'daki gerek Anadolu'daki kültürel mirası nasıl koruduğumuz veya korumadığımız ortada. Buradaki tüm suçu yerel ve merkezi yönetimlere atmak da kolaycılık olur. Biz ülke ve toplum olarak bu konuya bu kadar önem veriyoruz, öncelik sıralamamızda çok gerilerde yer alıyor; bu durumun İstanbul için verilecek olumsuz bir kararla birden tersine döneceğini düşünmek saflık olur. Böyle bir karar ne İstanbul ne de Türkiye için dönüm noktası oluşturmayacaktır.

Bu kararın şöyle bir faydası olabilir, İstanbul'un kültürel mirasının hızla yok olduğunu tescil eden bu karar üzerine daha çok turist, İstanbul'da kalanları görebilmek üzere ülkemize akın edebilir. Böylece bu kararın parasal bir getirisi de olmuş olur. ”